17 Mart 2011 Perşembe

more than a feeling

Tesadüflerin varlığına inanmıyorum. Ama mucizelere inanıyorum bak ondan vazgeçebileceğimi hiç sanmıyorum. Zaten bu öyle vazgeçilecek bi kavram da değil ki neler saçmalıyorum şu az kapasiteli beynimde di mi öyle? Bence hayat işaretlerle ve mucizelerle dolu. Belki diyebilirsin hey uyan şu pembe rüyandan artık yolu yarıladık! Ben de sana yaa bi git derdim heralde o zaman. Bi git, çünkü o mucizelerin varlığını farkedemedikçe batarsın sen. Zamanla başkalarından seni mutlu etmelerini bekler durursun. Ama sen hiç çaba harcayamazsın. Kendi kendini bitirirsin komik bi şekilde. Komik bi şekilde, çünkü seni mutlu edecek tek varlık yine sensindir. Neyse işte, bi de hep sevilmeyi, ilgi görmeyi bekleyen insanlar vardır mesela çok kıl olurum onlara! Aslında sadece sevgi gösterilmek de istemez ki bunlar. Sevgilerini, kıskançlıklarını, kimi zaman üzüntülerini, hatta sevinçlerini bile gösteremiyor insanlar birbirlerine. Peki neden ha? Bence bizim duygularımız kuşların kanat tüyleri gibi bişey. Duygularımızı doya doya yaşayamaz, kendimizi frenleyip beklersek o kanatlardaki tüyler hep dökülür, sonra o kuşlar hiç uçamaz. Bi kuşun uçamaması kadar acı bişey var mıdır? Bi kuşu başka bi kuş nasıl uçurabilir ki hem? Ben bütün duygularımı da o an yaşamayı seviyorum! Neden tutayım ki kendimi? Gülüyosam eğer, o an gülebiliyoken sonuna kadar gülerim mesela. Bağıra bağıra, gözlerimden yaş aka aka gülerim. Çoğu insan uyarır beni biraz yavaş bürrs diye. İyi de neden lan gülüyorum işte gülüyorum. Uçabiliyorum işte özgürüm ben! Ağlamak istiyosam ağlarım herkesin içinde. Birini seviyosam eğer, sarılmak isterim o insana. Sarılırım da içimden geldiği an. Hiçbi duygumu ertelemem, etrafımdaki herkesin de öyle olmasını isterim. Doğru olanı bu değil midir yoksa bende gerçekten bir sorun mu var sence? Bunu gerçekten çok merak eder oldum. Son günlerde bunu düşünüyorum çünkü. Bi ilişkide en basitinden ya, çiftlerde bi strateji mantığıdır gidiyo. Nası ya, yok efendim ipler kimin elindeymiş, yok efendim karşı tarafın ilgisini nasıl sürekli açık tutarmışsın bilmem ne... Ya sevebiliyoken yaşasana şunu doya doya. Öpmek istiyosan, içinden geldiği an öpsene işte! Bence bütün doğa aşka karşı savunmasızdır. Peki sen neden çekiniyosun o halde diye sormazlar mı o zaman? Neden sevgini, ilgini, sinirini, nefretini, özlemini, kıskançlığını falan saklıyosun ki? Çift değil misiniz neden tek başınıza yaşıyorsunuz? Kafayı mı yiyorum yoksa ben hep bu yüzden mi kaybediyorum ilişkilerimde =)  Bence duygularını yaşamanın bi kuralı olmamalı, olamaz! Sonra nasıl uçabileceksin ki hem? Kanatların kırıldığında nasıl boş yere çırpınıldığını çok iyi bilirim ben. Öyle ne yerde ne göktesindir, arada bi yerlerde yeniden yükselmeye çalışırsın ama olmaz. O yüzden de duygularımı anında yaşamaktan vazgeçemem!

Bugün de böyle damdan düşer gibi girdim bişeyler yazdım işte. Bilmiyorum neler yazdım. Ben yazdığım şeyleri bi daha dönüp okumam da hiç. Bugün ODTÜ'nün ormanında yürüyüş yaparken bu konu geldi birden aklıma. Ben de seninlen paylaşayım dedim.

İyi geceler...

15 Mart 2011 Salı

kar günlükleri (I - VII)

Selam bloğum =)

Öncelikle belirtmek istiyorum ki, blogcuların yoğun tepkisinden midir yoksa başka şeylerden midir henüz bir bilgim yok ama, blogger'daki engelin kalkacağı haberini aldım. Zafer artık bizimdir! 

Günlerdir her akşam yazayım yazayım diyorum, ama inan üşeniyorum. Son günlerde tuhaf bir üşengeçlik peydah oldu bana ama, pek de iyi bir durum değil bu. Zira sporu falan da bıraktım bayadır :/  Yarından tezi yok sporlamaya başlıyorum yeniden =)

Geçtiğimiz hafta Ankara gerçekten de kara yenik düştü. Yenik düşenlerin arasında ben de vardım valla... 8 Mart salı günü uyandığımızda her yer bembeyazdı ama ulaşımı etkileyecek bir durum yoktu sabah.Ama bütün gün hiç ama hiiiç durmadı kar yağışı. Hatta zaman zaman tipiye çeviriyordu. Tabi bize şirketin sıcacık ortamından izlemesi kolay geliyordu. Sonra akşam 5'e doğru mail kutularımıza gelen bir haberle,
hava muhalefeti yüzünden işten erken çıkabileceğimizi öğrendik. Her birimiz de çocuklar gibi şendik sanki karne almış gibiydik =)  Apar topar Özlemle beraber arabaya atladık ve yolda gitmeye başladık. Kar o kadar yükselmişti ki artık, tekerlekleri görememiştik. Özlem bi ara arabayı kenara çekti ve dedi ki "Sanırım el freni donmuş ve tam inmiyor. Araba gaza bastığım halde hızlanmıyor." Neyse dedik sonra zamanla kendine gelir heralde. Biz ODTÜ'nün kapısına kadar tıngır mıngır gittik ki, biri cama tıkladı ve sağ ön tekerin patlak olduğunu söyledi :|  Ya, iyi de biz zaten akmayan trafikte eve gidiyorduk? Bi süre ne yapacağımızı bilemedik. Özlem eşini ve birkaç kişiyi aradı ama bi sonuca varamadık. Tam da pis bi dönemecin girişindeyiz, araba daha fazla ilerlemiyor. Bu arada saat de 17:30 civarı artık. Sonra ben ilerde iki trafik polisi gördüm, koştum anlattım derdimizi. Tabi bize yardımcı olamayacaklarını söylediler ben de inan çok şaşırdım =)  Baya bi ilerde benzinlikler vardı. Oraya kadar Özlemle yürüdük. Bu arada tipi başladı tabi. Dondurucu bir soğuk var ve rüzgar karşı yönden esiyor! Yani o soğukla beraber üstümüze gelen her tanesi bıçak gibi kesiyordu bizi. Neyse uğraşa uğraşa, çok da komik vaziyetlere girerek, gidebildik sonunda benzinliğe. Lastik tamircisini sorduk ve adamların kapatıp gittiği gerçeğiyle yüzleştik! Şans işte =)  Özlem iyice tedirgin oldu, ben de bunun bizi kötü bir şeyden koruduğu inancıyla ve soğukkanlı olmaya çalışarak ona destek olmaya çalıştım. Tabi bu hiç de kolay değildi bizim durumumuzda. Arabaya geri döndük ama elimizde hiç değilse uzakta olan bir benzincideki lastikçinin cep telefonu vardı. Bu da bişeydi. Aradık hemen adamı. Adam bir saate kadar geleceğini söyledi. Önce benzinlikteki bir kafede birer kahve içtik, içimizi ısıttık. Sonra yeniden arabaya gittik. İçerde geyik falan çeviriyoruz, müzik dinliyoruz ama tir tir de titriyoruz :D  Aslında eğlenceliydi ha, kadınlar gününü de kutlamış olduk iki kadın başbaşa =))  Neyse biz bir saati bir şekilde doldurduk ve elimizdeki cep numarasını yeniden aradık. Adam gelemiyorum dedi tabi ki. Burada çok feci bi trafik var ve önümüzde kazalar oldu dedi. En erken 2 saate kadar orada olurum ama gelebileceğimi de sanmıyorum dedi. Ondan ümidi kestik yani. Suat diye harika bi insan var bizim şirkette. Evinden kalkıp yola koyuldu bize yardım etmek için!!! Bu arada saat oldu 20:30, biz hala hiçbir şey yapamıyoruz. Trafik yüzünden Suat da hızlı gelemiyor. Annemleri aradım, geyikle karışık durumumuzu anlattım. Telefonu kapatır kapatmaz, o benim en başta konuştuğum trafik polisleri geldi sonra yanımıza. Annemin uğuru olduğuna inanıyorum bunun =)  Polisler bizim hala bir yardım bulamadığımızı öğrendiler ve yedek lastik falan sordular. Eh var tabi ki her şey ama yapamıyoruz ki memur bey! Meğer onlar da bilmiyormuş ya da elleri donmuş adamların pek çözemedim oraları. Neyse, o sırada koşa koşa yanımızdan geçen 3 kişi durdular ve lastiği onlar değiştirdiler. Biz önce bi korktuk adamların tipinden falan. Sonra adamlar lastiği değiştirip geçmiş olsun diyip, yine koşarak yollarına devam ettiler! Ve ben çok utandım adamlardan korktuğum için! Meğer hala iyi niyetli insanlar varmış... Saat 21:00 gibi yola çıkabildik =) Kanal D ekipleri bizimle röportaj yaptılar bi de. Çok maduruz dedik, saat 5'ten beri yoldayız dedik hehehe. Bu arada elimi saçlarıma bi attım, buz parçaları geldi hep elime! Yuh dedim o yüzden demek ki bütün kaslarım titriyo :D  Sonra ben Armada'da indim ama taksi bulamıyorum eve nasıl gidicem =)  Bi tane geldi yarım saatlik bekleyişin ardından ve eve gelebildim 22:00'de =)  

İlk günü bu şekilde atlattıktan sonra, ertesi gün işe gidebilmek için sabah 45 dakika taksi aradım. Sonunda buldum bi tane ve işe gittim. Bi gittim, şirkette çok az insan var! Lennn dedim noluyoruz? Durum değerlendirmesi yapıldı 1-2 saat içinde ve şirkette olanları eve gönderdiler. Hadiiii şirkete bi şekilde gelebildik de, eve nasıl gidicez :D  Taksilerle gönderelim dediler ama taksi bulamıyoruz ki! Ringe falan bindik, oradan Kızılay dolmuşu, metro falan. Bu arada şansıma metro açılmıştı çünkü bi önceki dün metro seferleri de iptal edilmişti haliyle yoğun kar nedeniyle. Tabi kar yağışı tüm hızıyla sürmeye devam etti o gün de. ODTÜ'de kar dizlerime geliyordu. Bi yandan çocuklar gibi şendim, bi yandan da sinir oluyodum =)  İlk defa soğuk bi kış gününe karşı bu kadar tedirgin yaklaştım blog...

Ertesi gün öğlene kadar tatilsiniz gelmeyin dediler. Ben de heyo meyo evde takıldım, sonra tabi aradılar gelebilirsiniz diye. Bu sefer ulaşım daha kolaydı tabi ama yine taksiyle gittim şirkete. Çünkü Batıkent'in yol durumu pek de iç açıcı değildi. Zincir takılı arabalar bile spin atıyodu önümde valla!!! 

Sonraki günler artık bi ulaşım sorunu kalmamıştı artık yollar açılmıştı. Başkente koş ya! Bi de iki senedir Ankara en yaşanılası şehir seçiliyomuş. Pardon ama kim seçiyo bunu? Nasıl bi büyükşehir belediyesi başkanımız var? Terbiyesiz kişi bi de basın toplantısında demiş Ankara ilk defa böyle kar görüyor, yollar tuzlandı inanmıyosanız karın tadına bakın!!! Oldu canım çok teşekkür ederiz iyi ki varsın sen başımızda! Seni seçenlerin beyinsizliği bu zaten başka bişey değil! 

Bugün bahar havası vardı bi de ya ne tuhaf di mi? Karlar falan eriyor şimdi. Kendimi geçen hafta Finlandiya'da gibi hissederken, şimdi git burdan güneş gelmeee modundayım =)  Neyse, en azından o kadar soğuğu karı falan yememe rağmen hasta falan olmadım bu da bişeydir... Tabi o canım kar manzarasının bi tane bile fotosunu da çekmedim negzel di mi?

7 Mart 2011 Pazartesi

use your illusion

Selam!

Artık sana evden yazamıyorum ne kadar acı bi durum di mi? Kendi bloğuma kendi evimden, kendi bilgisayarımdan ulaşamıyorum! Nasıl bir şeydir bu aklım almıyor. Bir kişinin saçmalası sayesinde herkesin aynı cezayı çekmesi... İş yerinden hala sana ulaşabiliyorken bir kaç satır karalayayım istedim.

Haftasonu yine evde değildim. Adapazarı'na gittim canım kuzenimi görmek için. Kuzen demek haksızlık tabi ki çünkü öz be öz kardeşim olur kendisi aslında =)  Beraber harika mı harika iki gün geçirdik. Konuştuk, umutlandık, hayata bakışımızı etkiledik, mutlu olmak için bakış açılarımızı değiştirdik, hayaller kurduk, filmler izleyip gülmekten kendimizden geçtik, gezdik... Hiç mi hiç yorulmadım ve hiç mi hiç doyamadım valla süperdi süper! 

Haaa Sapanca Gölü'ne gittik bi de cumartesi günü. Tam da mineral taşlar satan ve bu taşlar konusunda gerçekten bilgisi olan birini arıyorken, karşımıza bir kadın çıktı mineral taşlar satan. Gölün orada küçücük bir dükkanı varmış. Zamanında bu taşlarla ilgili bi bilgisi yokken, migreninden çok şikayetçiymiş. Bir gün bir dükkana girip takılara bakarken yine migreni tutmuş ve elinden destek almak için elini masaya dayamış ama dayandığı yerde koca bi ametist varmış ve elini ona koymuş. Migreni birden geçmiş ve taşın rengi mordan siyaha dönmüş! Kadın şaşırmış tabi noldu neden böyle oldu bu taş ne diye sormuş, dükkanın sahibi de bu taşın ametist olduğunu, migren gibi baş ağrılarına iyi geldiğini söylemiş. Kadın da bu olaydan sonra mineral taşları araştırıp bilgilenmeye başlamış ve bundan sonra insanlara, onlardan hiç para almadan bu taşlarla şifa dağıtmaya başlamış. Biz de gittik kadının dükkanına ve elimize aldığımız bilekliklerle sıraya girdik. Bu bileklikler minik minik bisürü mineral taştan yapılmış. Sıra sana gelince kadının elindeki tasa o bilekliği koyuyorsun ve kadın da bu taşlar meydana gelen değişimlere göre sendeki rahatsızlıkları sana teker teker anlatıyor ve bu rahatsızlıkları giderebilecek mineral taşların isimlerini sayıyor. Almak zorunda değilsin tabi ki ama beni bilirsin bu taş meselelerine oldukça inanırım ve çok ama çoook severim bu taşların görüntüsünü =)  Kadının saydığı her şey ama her şey tuttu bi kere! Ve söylediği taşları ihtiva eden bi bileklik aldım taktım koluma. Taşlardaki değişime inanamazsın! Hayatta tesadüf diye bir şey olmadığına bir kere daha inandım =)

Önümüzdeki haftasonu da belki Levent gelecek Ankara'ya. Nereleri gezdirsem ki acep? Fotoğraf çekmeye gideriz artık bol bol eğer makinesini getirirse. Ben de bu vesileyle benim emektara yeni filmler alırım =)  Biliyorum çok ihmal ediyorum onu ama fotoğrafını çekmeye değer çok şey / yer de bulamıyorum burada henüz napayım? 

Hayata artık daha umutlu ve daha mutlu bakıyorum çok şükür =)  Her şey harika ama tek bir şeyi hala başaramıyorum bloğum! Bunu nasıl aşabilicem hala bilmiyorum. Birisi çok üzgünken, onun tüm üzüntüsünü sömürüyorum kendi üzerime alıyorum resmen. Az önce şirketimizin mutfak çalışanlarından biri, Fethiye Ablamız, çok üzücü bir haber aldı ve hüngür hüngür ağlamaya başladı. Kendinden geçti fenalaştı falan ve benim tüm modum değişti. Tamam, onun üzüntüsü ve paylaşıp yardımcı olmak gerekiyor evet. Ama daha sonra onu orada bırakıp kendi yaşantıma olduğu gibi aynen devam edebilmem gerekiyor di mi? Henüz bunu başaramıyorum işte... O şimdi doktorun arabasıyla gitti ama ben hala o üzüntüyü yaşıyorum oturduğum yerde. Olacak olacak. Bunu da aşabilmeyi başarıcam biliyorum. Şimdi bi düşündüm de, neleri aştım ben ya şu kısacık sürede =)  Aferin bana vallahi !!!

Bi de bu günlerde biraz asabileştim hayırdır işallah =)  Böyle bazı şeylere hemen sinirlenir oldum nedendir bilemiyorum. Enerjimi yeniden kazanmalıyım. 

Bu aralar sevgili Nil Gün'ün kitaplarını okumaya başladım. Daha önce okumamıştım onun kitaplarını ve ne kadar büyük hata ettiğimi farkettim. Çünkü tam da öğrenmek, bilgi edinmek istediğim konularda kitaplar yazmış. Yazım dili, anlatışı bir harika! Kitabın içinde kendimi kaybediyorum resmen. Hiç bitmesin istediğim kitapları yazanlardan =)  Şu anda okuduğum kitabının ismi Geleceği Hatırlamak. Mutlaka okunmalı bence...Sayesinde yeme alışkanlıklarımı değiştiriyorum mesela. GDO'lu besinlerden olabildiğince uzak kalıyorum. Kola gibi asitli içeceklere çok fena alışmıştım, dün itibariyle kola alışkanlığımı da sonlandırdım. GDO'lu besinleri ve özellikle de fast-food'u tamamen bırakıcam! Darısı diğer kötü alışkanlıklarımın başına =)

Bugün mart ayının 7'si ve dışarda sabahtan beri hiç ama hiç durmayan süper bi kar yağışı var!!! Harikaaaa =)

Ya çok güzel örgüler örüyorum iyice sardım ben bu örgü olayına ha. Şimdi evdeki artık renkli yünleri değerlendiriyorum. Kanepelerimin üzerlerine rengarenk battaniyeler örüyorum çok tatlı oluyolar! Kendime de süper bi kazak ördüm geçenlerde. Şirketteki arkadaşlarım hazır sandılar ya da bana öyle dediler ehehehe. Ama kendimle iftihar ettim nasıl olduysa oldu umrumda değil =)  Kafamdan uydurduğum modeli istediğim gibi çıkarabildim bu büyük bi başarı bi kazak yapımında ;>

Bi de ne zamandır sana bişey diycem hep kaynıyo ama artık içimde tutamıycam daha fazla. Şu biscolata reklamları ne kadar süper di mi yaaaa? Hani iki tane çekmişler ya, dur bak koyayım buraya da. Arada açar bakarım ehehe. Para verip de yiyeceğim bi ürün olmasa da, izlemesi bence kendisinden bin kat daha güzel =)  Gerçi ben baklavalı erkeklerden hiç hazzetmem ama, pek bi albenili bunlar da yahuuu. İçlerinden bi tek kolileri kamyonete taşıyan beyaz tişörtlü arkadaşı beğenmiş olsam da, göz zevkim için hepsini izliyorum kihihi.


Bi de bu var tabi reklamın ikincisi =)

1 Mart 2011 Salı

bu kaçıncı?


Yeter artık bloglarımızı engellemekten vazgeçin!!!

22 Şubat 2011 Salı

saltimbanco, istanbul gezisi ve diğerleri

Merhaba sevgili bloğum nasılsın?  Evet İstanbul'a gittim sonunda ve evet Cirque du Soleil gördü bu gözler!!!

Çok eğlenceli bi yolculuktu benim için. Arkadaşım Levent'in evinde kaldım. Cuma akşamı gittim, hemen o gece Asmalımescit'te İlker, Oğuz, Fatih, Kuğu ve Ahmet'le buluştuk. Aslında bizim 21:30 gibi yanlarında olmamız gerekiyordu ama biz 23:30 - 00:00 gibi bi saatte yanlarındaydık :D  Neyse işte, mekan kapanana kadar fasıl olaylarına girildi, hasretler giderildi  fazlasıyla. Akabinde tabi ki de Dorock Bar'a geçildi. Sanırım bi 04:30 - 05:00 gibi de oradan ayrıldık. Bu manyaklar artık zil zurna olmuşlardı yaşasın alkolsüzlük (mü desem bilemiyorum hala)... Sonra Levent'le biraz daha dolandık mekanlarda, baktık her yer yavaştan kapanıyor biz de bari eve gidelim dedik. Ertesi gün büyük gündü: Saltimbanco izlenecekti! Saat 16:00'da başlayacaktı gösteri. Levent'le 13:00 gibi uyandık, kahvaltı için sahile gidelim diye tutturdu. Tamam dedim ama iş için aradılar tabi onu cepten. Neyse biz gidemedik. Gösteriye de bi 10 dakika geç girdim ama her şey MÜKEMMELdiiiiii :D  Gösteriden çıktıktan sonra ben İlker'in yanına, Mecidiyeköy'e geçtim. Beraber orda takıldı. İlker bi önceki gece olanların hiçbirini hatırlamadığını söyledi. Her şeyi anlattım ona tek tek. Manyak bunlar yaa buraya yazmıycam olanları çatla =)  Neyse akşam 21 gibi bişey oldu saat, Taksim'e geçtik ben Levent ve tayfasıyla buluşacaktım. Onlarla bi bara girdik bilmiyorum adını şimdi. Orda biraz takıldık gece 12 gibi de elektronik yapan bi mekana 11-11 isimli bi kulübe girdik. Orda ben yeminimi bozdum bi shot attım sex on the beach... Sabah 04 gibiydi galiba hiç hatırlamıyorum mekandan çıktığımızda. Gerçekten çok eğlendim ama itiraf ediyorum =)  Eve gittik, bizimle beraber Levent'in arkadaşı Can da geldi. NBA izledik süper geyikler yaptık. Sonra sızmışız zaten yorgunluktan. Ve pazar oldu malesef, benim dönüş zamanım geldi çattı. Beşiktaş'taki Ulusoy yazıhanesine gittiğimizde servisi 3 dakikayla kaçırdığımı söylediler. Okmeydanı'ndaki Ulusoy şubesine yetişmek zorunda kaldık arabayla. Ama tabi ki biz kaybolduk ve mekanı bulamadık :D  Çok eğlendik yolda. Bi yandan Ulusoy'u arıyoruz yol soruyoruz, bi yandan yolda her gördüğümüze yol soruyoruz. 5 dakika kala ben otobüsü durdurun biraz diye aradım, 2-3 dakika kala mekanı bulduk neyse ki =)  Yani tam zamanında yetişebildik 3 günün rekorunu kırdık ve zamanında yetiştik ehehe. En kısa zamanda yine gidicem valla İstanbul'a. Bundan bişey anlamadım...

Bugün televizyon izlerken aklıma geldi nedense çocukluğum... Babamla alışverişe giderdik upuzun gelirdi bana o yol. O yüzden hep derdim ki "Baba, çaktırmadan gidelim." O da gülerdi hep bana peki kızım derdi. Neden güldüğünü "kestirme" kelimesini tam olarak öğrendiğimde anlamıştım... Bi de eskiden poşetler olmazdı ki, hep fileler ya da kese kağıtları olurdu. Eskiden çok güzeldi her şey ya. Şimdi de çok güzel ama o zamanlar... Ah o saflıklar...

Bi de İstanbul'da hiç fotoğraf çektiremedim ya! Cirque du Soleil afişleri önünde bisürü fotoğraf çektirecektim ama geç kaldım ve yapamadım. Gösteri çıkışı da kalabalıktı tabi yine yapamadık. Neyse, bence bundan sonra diğer gösterileri için de gelirler Türkiye'ye nasılsa ya da ben gider yerinde izlerim =)

15 Şubat 2011 Salı

six feet under

Hayatımda hep işaretler ararım bilirsin. Bir süredir öyle tuhaf işaretler alıyorum ki, sanırım artık bunları değerlendirmenin zamanı geldi diye düşünüyorum. 

Her şey içimden Six Feet Under dizisini izlemeyi ne kadar özlediğimi geçirmemle başladı. Daha sonra hemen ertesi gününden itibaren, bu diziyle ilgili bir sürü yazı gözüme çarpmaya başladı. Dur durak bilmeden, bir sürü yerde bu dizinin ya bir sahnesiyle ilgili, ya da tamamıyla ilgili yazılar yazılmaya başlandı. Belki de o insanların içinde de benim içimde uyanan özlem kabarmıştı bilinmez. Ama tek bildiğim, bu akşam eve gidip hemen tüm diziyi yeniden indirmeye başlamak =)  

Az önce de bir arkadaşımın bloğunda dizinin final sahnesini paylaştığını gördüm. Teker teker her bölümünü yeniden izliycem valla. O sahneyi izlediğimde, bu dizinin ilk cnbc-e'de yayınlanmaya başladığında hemen müdavimi olduğum ve her bölümünü de büyük bir keyif alarak izlediğim geldi aklıma. Bu diziyi sevenlerle karşılaştığımda hiçbir şey konuşamayışımız da geldi... Sanırım kelimeler kifayetsiz kalıyor, herkes içine atıyor duygularını çok enteresan. Neyse işte, her bölümünü teker teker, yeniden izlemeye başlıyorum =)

8 Şubat 2011 Salı

bonsoir =)

Bloğum seni ihmal ediyorum farkındayım ama, sana yazmasam da içimden seninle konuşur oldum bunu da bil lütfen. Son zamanlarda içimde biriktirip öyle içimdekileri boşaltasım var sana. Bi de koştur koştur bir haller içine girdim yaşasın ki =)

Geçen hafta Fransızca'ya başladım artık. Kurs inanılmaz hızlı gidiyor. Hatta hocaya dayanamayıp dedim ki ben 19-20 şubatta İstanbul'da olucam, sizin işlediğiniz kısımları ben nasıl telafi ederim bilemiyorum. Özel ders vereceklermiş ama aynı hoca vermeyeceği için dersi, işlenen kısımları yakalamam çok zor olacak zira hoca kitabı pek takip etmiyor. Neyse ya zaten bende başka kitaplar da var. Oturur kendi kendimi geliştirmeye çalışırım artık napalım =)  Yani yeniden kendime çalışacak bi konu buldum iflah olamıyorum.

Bugün ölüyordum ben blog! Ciddi ciddi ölüyordum ve son anda kıl payı kurtuldum. Yüzüm asıldı inan bana. Bi de işin ilginç yanı şu ki, bugün durup durup gözümün önüne hep bana araba çarpması sahnesi geliyordu, ben de noluyoruz ya diye geçiştiriyordum hep bu sahneleri. Sonra eve gelene kadar Kızılay'da falan atlattım mesela hatta o dokundu da sağ bacağıma ama önemli bişey olmadı, sonra da evin önünde gidiyodum kim vurduya =)  Hatta olaya tanık olanlar karşı kaldırımdan bağırmaya başladılar önüne baksana be adam diye. Trajikomik kısmı da şuydu ki, araçlara kırmızı ışık yanıyordu ve yaya geçidindeydik =)  Neyse ki ucuz atlattım ;)

Bazı arkadaşlarımın blogları var ve sürekli yazdıklarını okuyorum. Ama biri var ki, birden fazla bloğu olan biri, bu işi abarttı artık bence. Bloğuna yazdıklarını okudukça artık o arkadaşımı tanıyamaz bir hale geldim. Çok değişti ve sürekli kendini birilerine kanıtlama derdinde sanki. Beni çok rahatsız eden tavırlar içine girdi. Sürekli birilerinin bir şeylerini eleştirip kendinde böyle şeylerin olmadığını dile getirip duruyor. Artık bloğu bunlarla dolup taştı. Kusmak istemiyorum...

Kendime dün atkı ördüm. İki günde bitirdim. Zaten iki çile ip almıştım, çantamın rengine uygun bir renkti böyle gri - lacivert karışımı bi renk. Çok da güzel oldu valla ellerime sağlık =)  Gönül isterdi ki "başkalarına da" örebileydim bi atkı ahahah. Son günlerde güzel duygular içine gark ettim. Kendimi böyle hissetmeyeli, hatta birilerine karşı böyle hissetmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Henüz ortada kesin bir şeyler yok ama olacağa benziyor açıkçası ama ne onun acelesi var, ne de benim. Böyle olması da işi güzel yapan en büyük etkenlerden biri sanırım. Bir daha böyle şeyleri yaşamam heralde diye düşünüyordum ama, çekim yasasına inancım gitgide artıyor =)

Dün Umut bana çok sevdiği bir kitaptan aldı. Okumaya başlamak için sabırsızlanıyorum. Meleklerle Yaşamak... Şimdiden bir sürü işareti aldım bile =)

29 Ocak 2011 Cumartesi

beyaz beyaz bembeyazzzz =)

Sabah gözlerimi bembeyaz bir Ankara'ya açtım bloğum! Neden kar yağması, 7'den 70'e herkesi çocuklar gibi sevindirir ki bunu bir türlü anlayamadım. Neyse, sana yine uzunca bi süre yazamadım evet haklısın çok ihmal ediyorum seni ama çok yoğun günler geçiriyorum yahu =)  Bi de son bikaç gündür işten eve döndüğümde bilgisayarımı açmıyorum. Kendime zaman ayırıyorum ki bunu çoook özlemişim alınmak yok. 

Geçen hafta İstanbul'dan canım dostum İlker geldi. İnanılmaz bir haftasonuydu valla kıçımız yer görmedi hep gezdik. Bahçeli'de Beer Garden'da içildi bi güzel. Sonra 7.Cadde'de yürürken yürürken, Guitar Heoes Cafe bulduk ki çok güzeldi, ben artık oranın sıkı bir müdavimiyim bu böyle biline. Tam 2 saat girdik oynamak için. İçerde ses yalıtımlı bisürü oda var, odalarda da guitar hero band kurulu. Sen oynamak istediğin playlisti dışarda seçiyosun, o cd'yi gelip yerleştiriyolar ve sen oynuyosun. En fazla 4 kişi giriliyo işte band muhabbeti. Ben iki şarkı dışında hep bas çaldım. O iki şarkıda da vokal yaptım :D  Aslında 3 şarkıydı bak şimdi hatırladım son şarkıyı da. Ama o şarkıyı bilmiyodum sadece bende patladı hehe. Muse'dan bişeylerdi ben bilmiyorum o grubu çok fazla. Vokal yaptığım diğer iki şarkı Queen - Bohemian Rhapsody ve Aerosmith - Cryin'  :D   Tabi bu iki şarkı sesimin kısılması için yeterliydi hehehe. Sonra pazartesi günü işe gittiğimde ilk işim herkese mail atmak oldu ve süper bi organizasyon hazırladım. Topluca gidiyoruz buraya önümüzdeki hafta guitar hero oynamaya =)

Neyse işte, İlkerlerle ne yaptığımızı anlatıyodum. Guitar Heros Cafe'den çıktık, sonra Park Caddesi diye tutturdular öfff! Gerildim tabi ki ama topluluğa da uymak zorundaydık yapacak bi durum yok. Shakespear diye bi mekan var orayı çok seviyorum dedi İlker, girdik biz de oraya. Gerçekten de güzeldi aslında. İçerisi çok güzel dekore edilmişti İngiltere havası hakimdi ve içerde sürekli 80'ler çalıyordu. Gerginliğim zamanla rahatlamaya döndü ve çok eğlendim orada da. Sonra eve geldik ve resmen sızdık İlkerle :D  Ertesi gün ben tabi ki erkenden dikildim yine her zamanki gibi. Yavaş yavaş kahvaltı hazırladım ve seslendim İlker'e. Baya bi sövdü bana erkenden kaldırdım diye ama onun iyiliği içindi :P  Sevgilisini daha çok görsün istedim ne var yani?  Sinemaya gittik, sonra bana döndük İlker'in eşyalarını almak için. Duygu, ben, İlker baya bi geyik yaptık bende. Sonra onlar kalktı ve gittiler AŞTİ'ye, ben de pestil gibi yattım yatağıma =)

Bu hafta da annem geldi çok sevindirik oldum her hafta birileri geliyor beni görmeye diye :D  Az önce evimi temizledim bi güzeeel. Annemi de evden kovdum sen çık git ben temizlik yapıcam diye, kadın hala dönmedi hehe.

Sonra bakalım, bu hafta başka neler oldu? İçimde havai fişekler yine koptu =)  Sanırım artık sürekli kopacaklar gibime geliyor. Umarım hiç bozulmaz ve hep daha iyiye gider... 

Biliyo musun blog, kar yağışı dur durak bilmiyor valla dışarda. Perdenin arkasından dışarıya bakıyorum da şimdi, bembeyaz çatıların üzerine düşen kar taneleri bende şu anda sade bi kahve içme ve tekli koltuğa pencerenin yanına oturup kitap okuma isteği uyandırdı. Bunu hemen hayata geçirmeye gidiyorum. Ama son olarak sana şunu söylemek istiyorum. Zamanında Charles Bukowski çok doğru bi laf etmiş: "Üzülme evlat, kaybettiğini sandıkların kurtulduklarındır belki de."

20 Ocak 2011 Perşembe

throw it away

Heyyyy bloğum!

Baya oldu di mi yazmayalı? O kadar işe gömüldüm, eve hep o kadar yorgun argın döndüm ki bilemezsin. Beni mutlu ediyor ama böyle boğazıma kadar işe gömülmek =)  Şimdi neler oldu neler bak anlatıcam. Bi kere Fransızca kursuna yazıldım! Ooooo yeeeeah! Kaydımı mart ayı için yaptırıyorum ama bu da böyle biline. Çünkü efendim, şubat ayında iki hafta sonu da şehir dışında olacağımdır. 13 Şubat'ta yüksek lisanstan canım arkadaşım Köken'in düğünü için Antalya semalarına, 19 Şubat'ta da rüyalarımın gözlerimin önüne serilmesi için İstanbul semalarına doğru süzüleceğimdir. Eh kurlar da birer aylık olduğu için, anca mart ayına kayıt yaptırabilicem iki hafta kafadan kaybetmemek için şubatta...

Sen şimdi diyeceksin vaaay demek değerlendirmeden istediğin sonucu aldın ve seni iki basamak birden yükselttiler. Ama ben sana koca bir naaaah diycem :D  Sadece bir basamak yükselebildim, ama bana yeni sorumluluklar vereceklerini söylediler. Ayrıca ara dönem değerlendirmesi istediğimi de belirticem önümüzdeki hafta. Ya bi de beni çok başarılı buluyolarmış, bu yüzden takımımı değiştireceklerini de söylediler. Yeniden matematik takımlarına almak istediklerini söylediler. Ama ben buna da itiraz edicem, beni fizik takımına alın onlar da matematiğin tillahını kullanıyor diycem nasıl ama? Valla bu konuda bi çıkarım var(sa) dünyanın en güzel kızı ben olayım. O değil de, ben şimdi bizim kızlardan nasıl ayrılıcam yaaa? İçim çok buruk valla. Ama hemen bunu hayata geçiremezler çünkü bizim projemiz henüz bitmedi. En azından beraber geçirdiğimiz son günlerin tadını çıkartıcaz bu da bişeydir =)

Geçen hafta bi de n'oldu biliyo musun? Böyle içimde havai fişekler patladı resmen ehehe... Bu konudan sadece bu kadar bahsedicem nihahaaaa :D

Hayvanlar gibi gömüldüm yine kitaplarıma oh çok mesudum! Biraz da seni o yüzden ihmal ediyorum aslında itiraf edeyim. Bu haftasonu canım dostum bitanem İlkercim geliyor İstanbul'dan. Haftasonum çok hareketli geçecek oh yes!

Daha yazacak çok şeyim var aslında. Deli gibi birikti her şey ama bugün giydiğim topuklu botlar ayaklarımı öyle ağrıtmış ki, bir an önce yatağıma koşmak istiyorum. Daha sonra devam edicez artık cancağzım... Sana mükemmel bir şarkıyla veda ediyorum şimdilik. Bu sözler de kulağına küpe olsun =)



I think about the life I live
A figure made of clay
And think about the things I lost
The things I gave away

And when I'm in a certain mood
I search the house and look
One night I found these magic words
In a magic book

Throw it away
Throw it away
Give your love, live your life
Each and every day

And keep your hand wide open
Let the sun shine through
'Cause you can never lose a thing
If it belongs to you

There's a hand to rock the cradle
And a hand to help us stand
With a gentle kind of motion
As it moves across the land

And the hand's unclenched and open
Gifts of life and love it brings
So keep your hand wide open
If you're needing anything

Throw it away
Throw it away
Give your love, live your life
Each and every day

And keep your hand wide open
Let the sun shine through
'Cause you can never lose a thing
If it belongs to you

Throw it away
Throw it away
Give your love, live your life
Each and every day

And keep your hand wide open
Let the sun shine through
'Cause you can never lose a thing
If it belongs to you

'Cause you can never lose a thing
If it belongs to you
You can never ever lose a thing
If it belongs to you

You can never ever lose a thing
If it belongs to you
You can never ever lose a thing
If it belongs to you

11 Ocak 2011 Salı

serendipity

Blooooog! Seni unuttum sandın di mi? Saçmaladın bak şimdi. Sadece çok yoğundum yazamadım demek ki bugün biraz uzun yazabilirim. Yazamayabilirim de orası hiç belli olmaz. Bi başlayalım bakalım gerisi gelir...

Hayatta hep işaretler arayıp, o işaretlere göre hareket etmeye bayılıyorum valla yalan söyleyemem. Peki hayatta beklenmedik şeyler bulma şansımız ne kadardır acaba? Acaba her şey olması gerektiği zamanda mı olur, yoksa etrafında bir sürü şeyler olurken sen algılarını açamadığın için her şeyi kaçırır mısın? Böyle düşünerek hep işaretlere, enteresan olaylara, mucizelere (ki inandığımı biliyosun) sürekli açığım ve bunları yakalayabildiğimde de çok mutlu olabiliyorum. Aslında minicik, basit bi olayın bile olabilmesi kendi çapında bi mucizeyken, etrafımızda bizi mutlu edebilecek, çocuklar kadar sevindirecek şeyler olabiliyorken neden mutsuzluğu, ümitsiliği, olumsuzluklar düşünmeyi daha çok seçeriz ki? Tamam insan beyni, insan psikolojisi buna daha yatkındır ama, bunu tersine çevirebilmek de çok eğlenceli gerçekten. Hele ki sana özenip peşine birsürü insan takılmışsa değme gitsin keyfine =)

Son zamanlarda beni Yunanlılar'a benzetenlerin sayısı gitgide artıyor ha demedi deme. Havaya giriyorum yavaştan heheh. 

Bu arada artık yaşadığım kentin keyfini çıkarabilmeyi öğrendim! Yani en başta buraya geldiğimde nefret ediyordum bu şehirden. Hiçbir şey yapılamaz burada diye diye eve kapanmayı tercih ediyordum. Halbuki ben artık burada yaşıyordum önce bunu kabullenmem lazımdı ve ben de öyle yaptım. Artık yolda yürürken, işe giderken falan hep yeni bir şeyler keşfetmek için etrafımdaki binaları iyice bi inceliyorum. Bakalım nerelerde benim gözümden kaçan neler varmış diye. Aslında eğlenilebilir bir şehirmiş Ankara. Ya en azından üç büyük şehirden birinde yaşıyorum işin bu kısmı bile güzel. Yeter ki ben istiyim, her türlü mutlu olabilirim di mi? Ayrıca gitmeyi çok sevdiğim bisürü de yer var ve oralarda takıldığımda her seferinde çok mutlu oluyorum. 

Bu hafta beni de şirkette değerlendirmeye alacaklar. Şimdiye kadar değerlendirme toplantılarından çıkanlar pek de memnun değillerdi. Bakalım ben istediğim pozisyona yükselebilecek miyim? Sınırları biraz zorluyorum evet, ama olursa çok süper olacak. Fransızca kursuna da yazılıcam hem, kendime bir dil daha katıcam fena mı yani =)  Bence olabilir ya, dur bakalım bikaç güne kadar yazarım sonucu. Biraz imkansız gibi bu istediğim ama, huyum bu ne yapayım hep sınırları zorluyorum... Bi de seneye olacak olan değerlendirmelere kadar, çok enteresani kullanışlı ve orjinal bi fikir bulup onu geliştirip kodlamalıyım ki şirkete bi faydam dokunsun, beni seneye yükseltmeyi bırak uçursunlar. Nasılım?

Hani bizim bi müzik grubu vardı ya, galiba o son stüdyodan sonra öylece kaldı. Ama başka bir proje daha var ve gerçekleşecek o proje de. Alice In Chains, Faith No More falan çalalım dedik, bakalım neler olacak =)  

Ailemi deli gibi seviyorum! Çok şanslı olduğumu biliyorum. Böyle bir anne ve babaya herkes sahip olamaz. Doğduğumdan beri onlardan uzakta yaşadım aslında hayatımın genelinde. Hatta sadece lisedeyken bi de üniversitenin bi kısmında aynı evde yaşadık, o seneler de inanılmaz güzeldi =)  Hem anneme hem babama hayranım. Umarım ilerde ben de onlar gibi bi yuva kurabilirim. Senelerdir hala çılgın, aşık, hala mutlular gözlerinin içi gülüyor ikisinin de...

6 Ocak 2011 Perşembe

2011 Enerjileri (alıntıdır...)

2011: sayıların toplamı 4’tür - 4 rakamının anlamı liderlik, hizmet etmektir.

2011 yılı geçiş için en önemli adımlardan biridir. Hepinizin kabaca gideceği yol bellidir. Hayatınızda hala ciddi seçimler yapmanız gerekiyorsa biran önce bunu netleştirin. Kararsız olmak sıkıntı yaratır. 2011 yılını sizin seçimleriniz ve düşünceleriniz oluşturacak. 2011 yılı ayrıca kutsal bilincin desteklediği bir yıl olacak. 
2011’de ilk dikkat edilecek şey dünyayla işbirliğidir. Hala fiziksel bir dünyada yaşıyoruz. 2011 yılında eğer kendinize yardım etmek istiyorsanız, bilgilerinizi, öğrendiğiniz herşeyi deneyimlemeyi, paylaşmayı ve bu dünyada yaşamanız gerektiğini unutmayın.

   ·   Öğrendiklerinizi daha çok deneyimleyin
   ·   Dünya anayla uyum içinde olun. Onun da enerjileri, bir ruhu var ve o da yükselmek için çaba gösteriyor. Ona uyum göstermeliyiz. Onunla işbirliğini isteyin. Bu 2011’de çok daha öne çıkacak. Dünya anayla işbirliği yaparsanız ışığınız artacaktır. O zaman kendinize yardımcı olabileceksiniz.
   ·   Işığınız çok yükselecek. Kendinizi genişlemiş hissedeceksiniz. Düşüncelerinize dikkat edin. Titreşim çok yüksek olduğunda herşey anında gerçekleşir. Bu süreçte ne istediğinizin farkına varın. 1987’den önce sadece ruh enerjinizin %25’ini vücudunuza taşıdığınızda ermiş, yükselmiş oluyordunuz. Artık bir çok insan bu kadar ruh enerjisini şu anda taşıyor. Diğer enerji bedenleriniz hizalanıyor, bu yüzden ruh enerjiniz artıyor. Fiziksel bedeninizin canlı olması için bir yaşam enerjisi var. Normalde 7, bazı kaynaklara göre 12 enerji bedeniniz var.
   ·   2011 yılında herşey daha iyi olacak. İyi günler kötü günlerden fazla olacak. Direnmeyin, kendinizi akışa bırakın.
   ·   Kendinizi kabullenin ve önemseyin. Yaşama kendinizi önemsediğinizi gösterin. Hayatınızın merkezine kendinizi koyun.
   ·   Aydınlanma dünya üzerinde neredeyse kesindir. Bu yeni dünya üzerinde yer almak istiyor musunuz? 5.boyut, dünyada yaşanmaya başlandı. 20-25 yıldır uğraşıyoruz. Sonuçların geldiğini görmeseniz de hissediyorsunuzdur. Bu çabalarınızın size dönüşüdür.
   ·   2011 yılı çok heyecan verici, çok farklı olacak. Bugüne kadar alışık olduğunuz rutin, standart düzenin dışında mucizeleri göreceğiniz bir yıl olacak. Enerji çok yüksek olacak. Herşey kendiliğinden, çabasız oluyorsa 5.boyuttasınız demektir. Enerji bu kadar yüksekken hayatınızı sadeleştirmeniz lazım. Yediklerinize, kullandıklarınıza dikkat edin. İşinize yaramayanları bırakın. 2011’den sonra gerilemek yok, dengeli bir şekilde yukarıya çıkmak var.
   ·   2011’de çok fazla ay ve güneş tutulması var, bu hizalanmadır. Ay tutulması: şifa, değişim, sadeleşme. Güneş tutulması: hareket etmek, adım atmak, ertelememekle ilgilidir. İlk tutulma 4 Ocak’ta olacak (kısmi güneş tutulmasıdır) – büyük bir güç hissedeceksiniz. Bu gücün hizalanmanın hissettirdiği birşey olduğunu fark edin.
   ·   Atlantis’teki kristallerin aktive günü 11.11.2011’dir. Bütün önerilenler 11.11.11’e hazırlık içindir. Bu tarihe hazır olmak gerekiyor.

2011 Aylar ve Enerjileri:
Ocak:
        i      .   Ocak ayında enerji rengi Turuncudur. Turuncu coşku, canlandırma içerir, hayattan keyif almaktır.  Ocak ayında herhangi bir gün turuncuyla meditasyon yapın. Günbatımı, gündoğumunu seyredin. Bu bizi Ocak ayında hizalanmaya hazırlayacaktır.
      ii.      .   Ocak ayı tamamiyle ilişkilerle ilgilidir. Kendinizi ve başkalarını oldukları gibi kabul edeceğiniz bir aydır. Her türlü ilişki için ya yeni bir versiyon olacak ya da iki taraf ayrılacaktır. Hayatınızda ilişkilerle ilgili sıkıntı varsa Ocak ayında çözülecek. Bir insanın içindeki ışığı gördüğünüzde bütünlük başlar. Sadece bunu yapın, sorun çözülecektir.
    iii.       .   Daha çok toleranslı, anlayışlı olmaya çalışın. Toleransı artırmak çok önemli bir erdemdir. Birlik bilinci, bütünleşme gelişir.
    iv.       .   Yarım işlerinizi hızla tamamlayın. Tamamlanmayan konular arşiv tabakaya gider, bu da Tanrısal enerjiyi almanızı engeller.
      v.      .   Yine Ocak ayında, yaratımlarınızı sorgulamayın. Doğru veya yanlış yoktur, sadece deneyim vardır.


Şubat:
   .   Şubat ayı enerji rengi Yeşildir. Kuvvetlidir, şifayla ilgilidir. Değişimi getirmekle ilgilidir. Bir ormanda yürüyüş ve Yeşil renkle meditasyon çok yararlı olacaktır.
   .   Şubat ayında nezle, grip, depresif, yorgun gibi hissedebilirsiniz. Bağışıklık sistemiyle ilgili sıkıntılar olabilir. Bedeninizi dinlendirin. Hiçbiri fiziksel hastalık değildir. Sadece yüksek enerjinin yansımasıdır. Yüksek enerjinin bedeninizden geçerken bıraktığı izlerdir. Meditasyon yapın, çok dinlendiricidir.
   .   Daha çok anda kalmaya çalışın. Unutkanlık, anı yaşamanız için bir hatırlatmadır.
   .   Zaman kaymaları olabilir. Bu titreşimin yükselmesiyle ilgilidir.
   .   Biraz kendinizi sorgulayın, nasıl bir hayat istiyorsunuz, ona karar vermeye çalışın.
   .   Rüyalarınıza ve vizyonlarınıza dikkat edin.

Mart:
   .   Mart ayının rengi Kırmızıdır. Kırmızı renkle meditasyon çok yararlı olacaktır.
   .   Hayatınızda cesarete ihtiyacınız olacağı bir aydır. Hayat yolunuzda bazı engeller, tükenmişlik hissedebilirsiniz, bunların üstesinden gelmek için cesaret gerekecektir.
   .   Hayat yolunuzda bırakmakla ilgili itilimler hissedebilirsiniz.
   .   Kuvvetli enerjilerin getirdiği, içinizde sakladığınız karanlık yönleriniz ortaya çıkabilir. Eğer çıkarsa size ait olduğunu kabul edin ve gitmelerine izin verin.
   .   Dünya anayla uyum içerisinde olabilirseniz yaratım yapabileceğiniz bir ay olacaktır.

Nisan:
   .   Nisan ayının rengi Sarıdır. Bu ay da yine sarı renkle meditasyon çok yararlı olacaktır.
   .   Yaşamda olduğu gibi, genişleme hissedilecektir. Hafiflemiş, bilinciniz genişlemiş gibi hissedeceksiniz. Hizalanmaların gereği, ışığın bedende daha çok olmasından dolayı genişlemiş hissedeceksiniz.
   .   Nisan ayında titreşimi aynı olan insanlarla birlikte yaratmaya çalışın. İnsanlık ve dünya için yaratın, şüphe duymayın. Gücünüz çok fazla olacaktır.
   .   Her zaman ne yaparsanız yapın sevgiyi hissetmeye çalışın. Sevgiyi hissetmek korkuyu bırakmaktır.
   .   Eğlenin, oyun oynayın.
   .   Bedeninize iyi davranın, hareket edin.

Mayıs:
   .   Mayıs ayının rengi Altındır. Mayıs ayında altın renkle meditasyon çok yararlı olacaktır.
   .   5.boyut enerjilerinin çok yüksek olduğunu, birlik duygusunun çok olduğunu deneyimleyeceksiniz.
   .   Enerji demirlemeleriniz artacak. Hiç gitmek istemediğiniz yerlere de gidin. Bu itilim enerji demirlemeniz içindir.
   .   Daha çok bedensel değişimler olacak. Daha enerjik, daha dinç hissedeceksiniz.
   .   Mucizeler başlayacak.
   .   Diğer boyutlarla daha bağlı, diğer boyutları daha çok hissetmeye başlayacaksınız. İkiz ruh, eş ruh enerjilerini daha çok hissedeceksiniz. Enerjisel anlamda size destek olacaklar.
   .   Şifa gücünüzde artış olacak
   .   Yeni ilişkiler, yeni birliktelikler olacak. Tamamlanmışlık hissi yaşanacak.

Haziran:
   .   Haziran ayının rengi Mavidir. Mavi renkle bu ay meditasyon yapın.
   .   Toplumda etkinizin daha çok artacağı bir ay olacaktır.
   .   Yeni iş ve meslek imkanlarının olacağı bir aydır.
   .   Barış ve sukunetinizi korumaya çalışın.
   .   Düşüncelerin hızla kristalize olduğu bir ay olacak.
   .   Sınırsız düşünün. Sınırsızlık için çok büyük sevgi ve desteklenme alacaksınız.

Temmuz:
   .   Temmuz ayının rengi Sarıdır. Temmuz ayında Sarı renkle meditasyon yapın.
   .   Artık Temmuz ayında fiziksel formda değişiklikler fark edeceksiniz. Renkleri daha pastel, canlı, şekilsiz görme imkanınız olacak.
   .   Korkuların tamamen bitiş ayıdır.
   .   Birçok insan, Meleklerle net iletişim kurmaya başlayacak.
   .   Size sunulacak imkanlar, bonuslar için bu ay adım atın.
   .   Daha az yiyecek ve içecek ihtiyacınız olacak. Güneş ışığından beslenmeyi öğreneceksiniz.
   .   Kabullenme ve teslimiyet duyguları tamamlanacak.

Ağustos:

   .   Rengi Altındır, bu renkle çalışın meditasyon yapın.
   .   Her alanda tam anlamıyla bolluk ayıdır.
   .   Varolan bolluğu da görmeye çalışın.
   .   Kristallerle çalışın.
   .   Kitlesel çalışmaların, aydınlanmanın çoğalacağı, hızlanacağı bir ay olacağı için başka insanlara da yardımcı olmanız gerekecek.
   .   Yaşam yolunda olduğunuzu hissedeceksiniz.
   .   Sevdiğiniz, inandığınız ne varsa onlara zaman ayırın ve yapın. 

Eylül:

   .   Eylül ayının rengi Turkuazdır. Yine bu ay boyunca Turkuaz rengiyle meditasyon yapın.
   .   Ağustosa kadar olan yüksek titreşimden çıkacağınız için bu ay kendinizi karmaşık hissedebilirsiniz. Sadece kabul edin ve sevgiye odaklanın.
   .   Boyutlararası seyahat yapar gibi hissedebilirsiniz.
   .   Zamansızlık hissi, zaman yok gibidir. Uzun / kısa kavramı ortadan kalkmış gibidir.
   .   Kendi ruh ailenizle daha çok zaman geçirmeye başlayacaksınız.
   .   Bedenlerinizde belirgin gençleşme olacak.
   .   Eylül ayında merhamet duygusunu deneyimlemeye çalışın.

Ekim:
   .   Ekim ayının rengi Magentadır. Magenta rengiyle Meditasyon yapmanız önerilir.
   .   Yeniden doğuş ayıdır. Bu ay boyunca böyle hissedeceksiniz.
   .   Büyük bir farkındalık, karmaların sonunu yaşayacaksınız. Bu da sizi yaşam yolunuza taşıyacak ve tutku getirecek
   .   Sezgilerinizi net duyacaksınız.
   .   12 bedeniniz yavaş yavaş birleşmeye başlayacak.

Kasım:
   .   Kasım ayının rengi Yeşildir. Yeşil renkle meditasyon çok yararlı olacaktır.
   .   Gezegensel hizalanmanın tamamlanacağı bir aydır.
   .   Enerji çok yüksek olacaktır, bu durumda ana odaklanın, anda kalın.
   .   Ülkelerde değişimler gözlemlenecek.
   .   İnsanlar kendilerini daha özgür hissedecekler.
   .   Dünya üzerindeki sular temizlenmeye başlayacak. Suları bilinçlerimiz temizleyecek. (Sular da akarken vorteks yaratır. Akış yolunun tersine boruları kullandığımız için suyu öldürüyoruz, moleküler yapısı içerisindeki enerjisi bozuluyor.)
   .   Bu ay nefesle çalışmalar yapın.

Aralık:
   .   Aralık ayının rengi Mordur. Mor renkle meditasyon yapın.
   .   Tamamlanma hissi yaşayacaksınız.
   .   Aralık ayında mucizelerin gerçek olduğunun farkında olun ve kabul edin.

                                                  Musa Kocatepe